22 Kasım 2012 Perşembe

Kış hastalıkları kapınızı çalmadan!

Peki, mikropların yaşamasına izin vermiyor gibi görünen soğuk hava nasıl oluyor da bizi hasta ediyor? Bu sorunun yanıtını Hisar Intercontinental Hospital Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Orhan Dalkılıç ile aradık… Hasta Eden Soğuk Hava Değil; Mikropların Yayılma Alanı Olan Sıcak ve Kapalı Ortamlar… Soğukta salgın haline dönüşen hastalıklar bilinenin aksine soğuktan değil; soğuk havalarda insanların çok daha kapalı; okul, kreş, yurt gibi sıcak ortamlarda toplu olarak bulunmasından kaynaklanır. Bu hastalıklar odaların yeterince havalandırılmaması ve daha yakın temasta bulunulması sonucu ortaya çıkar ve yayılırlar. Bulaşan kişinin bağışıklık sistemi zayıfsa ve hazırlıksız yakalandıysa hastalık ortaya çıkar. Yoksa her bulaşan kişide hastalık görülmez. Korunmak İçin… Solunum yolunda enfeksiyona neden olan virüs ve bakteriler genelde hava ve temas yolu ile bulaşırlar. Bunun için tedavi olmadan önce korunma çok önemlidir. Grip ve uygun vakalarda zatürre aşısı yaptırmalı, bağışıklık sistemini güçlendirici vitamin ve gıda takviyesi almalı, bol sıvı tüketmeli, dengeli beslenmeli ve dinlenmelisiniz. Ancak tüm bunlara rağmen hastalıklara yakalanırsanız en kısa zamanda tedavi yolunu seçmeniz hastalıktan bir an önce kurtulmanız için en doğru seçenektir. Eyvah! Hasta Oldum! Şimdi Ne Yapacağım? •Apple-tab-span" style="white-space:pre"> Diğer insanlarla solunum ve özellikle el temasından kaçının. • Öksürme/aksırma sırasında ağız ve burnunuzu, elinizin dışı veya kağıt mendille kapatın. • Odanızı sık sık havalandırın. • Ellerinizi sık sık sabunlayın ve bol su ile yıkayın. • Hasta bir başkasıysa onunla aynı ortam ve odayı paylaşmayın. • Hastayla kesinlikle aynı odada yatmayın. Aşı Yaptırın! Ama Öncesinde Bunları da Bilin! • Grip aşıları yumurta proteininden elde edildiği için yumurta alerjiniz varsa yaptırmayın. • Aşıların genelde %40-60 oranında koruyuculuğu olduğunu; grip aşısı olduğunuzda kesinlikle grip geçirmeyeceğinizin garantisi olmadığını unutmayın. • Aşılara bağlı %5-15 oranında grip benzeri yan etki görülebileceğini göz ardı etmeyin. • Ateşli iken veya aktif enfeksiyon varlığında kesinlikle aşı olmayın. • Virüsler her yıl tür değiştirdiği için bir önceki yılın grip aşısı sonraki yılda etkili olmayabilir. Bu nedenle her yıl mevsiminde çıkan, yeni aşıyı yaptırın. • Grip aşıları sanılanın aksine nezleye karşı koruyucu değildir. Sadece influenza virüsüne (grip) karşı koruyucudur. Bu nedenle aşı olduğunuz halde nezle olduysanız aşıyı suçlamayın. Ben Hasta Oldum Demek İçin… Solunum yolu enfeksiyonlarında ateş, öksürük ve ağrı, en sık görülen belirtilerdir. Hapşırma, burun tıkanıklığı, göz, burun ve geniz akıntısı, baş, boğaz ve kulak ağrısı, yutma güçlüğü, ses kısıklığı, öksürük, balgam çıkarma, hırıltılı soluma ve nefes darlığı, göğüs ve sırt ağrısı başlıca lokalize belirtilerdir. Bunun yanında halsizlik, iştahsızlık, tüm vücutta kırgınlık, ateş, eklemlerde ve tüm bedende ağrı, göğüs ve sırt ağrısı, bulantı ve kusma gibi sistemik bulgu ve şikâyetleriniz de varsa vakit geçirmeden hemen doktorunuza başvurun. Nasıl Tedavi Olacağım? Kış enfeksiyonlarında asıl amaç; hastalığı en kısa sürede atlatmanızı sağlamak ve vücut direncini yükseltmektir. Halk arasında bu tip hastalıklarda bilinçsizce antibiyotik alınması alışkanlığı ne yazık ki hala devam ediyor. Komşunun ilacı size iyi gelmeyebilir. Bunu unutmayın. Viral enfeksiyonlarda antibiyotik alınırsa vücudun normal florası bozulacağından ardından fırsatçı enfeksiyonlar sizi daha sık ziyaret edebilir. Yani kendi kendinizi hasta edebilirsiniz. Genel kural olarak viral enfeksiyon üzerine bakteriyel enfeksiyon eklenirse; muayene, tetkik ve bulgulara göre antibiyotik tedavisine başlarız. Tedavide genel yöntem bol miktarda sıvı almak, burnu yıkamak, burun açıcı damla kullanmak ve kesinlikle doktor kontrolünde nezle ilacı almaktır.

Her yanımızda radyasyon var

Cep telefonundan mikrodalga fırına kadar her yerde radyasyona maruz kalıyoruz. Prof. Dr. Tülay Engizek, Vücutta mutasyona yol açacak etkilerden buhar banyosu ile korunabileceğimizi söyledi. Teknoloji geliştikçe hayatımız kolaylaşsa da sağlığımıza olumsuz etkileri çoğalıyor. Mutfaktan ofise, otomobilden uçağa kadar her yerde kullandığımız elektrikli ve elektronik cihazlar aslında birer radyasyon deposu olarak insan sağlığını tehdit ediyor. Avrupa Koleji’nde bir konferans veren Prof. Dr. Tülay Engizek, özellikle cep telefonu ve mikrodalga fırın gibi günlük hayatımızda çok yakınımızda olan cihazları kullanırken dikkatli olmamız gerektiğini söyledi. Avrupa Kolejinde 2012 -2013 Eğitim Öğretim yılı Fen Bölümü etkinlikleri kapsamında “Radyasyon ve İnsan Sağlığı” konulu konferansta konuşan İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tulay Engizek hayatımızın her yerinde olan radyasyondan kaçmanın mümkün olmadığını belirterek şunları söyledi: “Her yerde rastladığımız radyasyona background adını veriyoruz. Brezilya gibi bazı ülkelerde background dediğimiz doğal radyasyon diğer ülkelere göre fazladır. İyonize edici ve iyonize olmayan iki tür radyasyon vardır. Cep telefonu ve mikrodalga fırından yayılan radyasyon iyonize olmayan yani insan vücudunda mutasyona neden olmayan radyasyondur.” BANYO ETKİSİNİ AZALTIR Bu aletleri kullanırken fazla yaklaşılmaması gerektiğini belirten Engizek, “Mutfakta mikrodalga fırın çalışırken uzakta durmalıyız. Telefonla konuşurken de kulağımıza değdirmeden mümkünse kulaklıkla konuşmamız sağlığımız açısından çok önemlidir” dedi. Radyasyona maruz kalmış bir kişinin hemen buhar banyolarında duş almasının etkiyi azaltacağını söyleyen Prof. Tülay Engizek, tehlikeyi hissettiğimiz ortamdan hemen uzaklaşmamız gerektiğini belirtti. HAVADAN TAŞINIYOR Radyasyonun sadece kullandığımız aletlerden değil hava akımı ile başka ülkelerden de gelebileceğini vurgulayan Prof. Engizek şu bilgileri verdi: “Örneğin Çernobil’de hava akımlarıyla çeşitli ülkelere taşınıp yeryüzüne inen radyoaktif maddeler, insanı dıştan ve içten olmak üzere iki yoldan ışınladılar. Solunum yoluyla vücuda alınan radyoaktif maddeler içten, toprak ve bitkilere bulaşması sonucu dıştan ışınlamışlardır. Ülkemizde komşu ülkelere olan sınırlarımızda çok sayıda radyasyon algılayıcıları var. Tomografi çektirmiş olan bir kişiden uzak durmamamız, fakat tiroid tedavisi için I-131gibi radyoaktif madde alan kişilerden uzak durmamız gerekiyor.”

Vücudun üretemediği en gerekli yağ: Omega-3

Besinlerden yeterli miktarda alınamayan Omega-3 eksikliği özellikle çocuklarda beyin ve göz gelişimi, dikkat eksikliği, davranış bozuklulukları, öğrenme güçlüğü gibi birçok problemleri gündeme getirir. Yapılan bilimsel araştırmalarda yetişkinlerde kalp krizi riskini azalttığı, Alzheimer, diyabet, bağışıklık sistemi üzerinde etkili olduğu saptanmıştır. Dr. Özlem Karahasanoğlu Çocuk Hastalıkları ve Sağlığı Uzmanı Omega-3 vücut için temel yağ asitleridir ve haftada 3 kez balık yiyerek ihtiyacı karşılamak mümkündür. Ancak burada iki önemli problem var. Bir; Omega- 3’ün çok fazla olduğu balıklar soğuk ve derin deniz balıklarıdır. Tuna, sardalya, somon, ringa, uskumru gibi… İkincisi ise tüm dünya için geçerli olan deniz kirliliğidir. Soğuk su balıklarının denizden aldığı ağır metaller, tüketildiğinde insan vücuduna geçer. Özellikle gebelik ve küçük çocukluk döneminde vücuda besinlerle alınan ağır metallerin yol açtığı hasarlar hiçbir şekilde geriye dönülemez sonuçlar doğurur. Şu da yanlış bir algıdır; hiç balık yemeyelim… Bu gruplar dışında kalan balıklar tüketilebilir. Ancak günlük tükettiğimiz balıklardaki Omega-3 düzeyleri çok yüksek değildir. Dışarıdan Takviye Şart! Gebe ve küçük çocuklara haftalık 3 porsiyon balığı balık olarak değil bu etkilerden arındırılmış balık yağları olarak vermek daha doğru olabilir. Durum böyle olduğunda diğer önemli noktaya dikkat etmek gerekir; çok fazla balık yağı markası olduğu için ağır metallerden ayrıştırma sürecinin çok düzgün işlemlerden geçtiğinden emin olunması gereklidir. Balık yağları hazırlanırken tatlandırılır, kokuları biraz daha güzelleştirilir ya da hiç kokusuz hale getirilebilir. Gelişen son teknoloji ile artık kokusuz balık yağı üretmek mümkün olmaktadır. Balık yağı içmekte zorlanan çocuklar için kokusuz balık yağı sağlıklı bir seçenek olabilir. Vücudun Üretemediği En Gerekli Yağ: OMEGA-3 Omega-3’ler vücudun olmazsa olamazlarıdır. Bazı şeyler vardır ki alsanız iyidir ama almasanız da olabilir. Omega-3 için bu böyle değildir. Beyin Gelişimindeki Rolü Beyin gelişimi için ‘olmazsa olmaz’dır. Yapılan çalışmalarda annenin gebelik sırasında aldığı balık yağının bebeklerin ileriki yaşlarda algılamalarında fark yaratılabildiği gösterilmiştir. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki; anne sütü balık yağı yani Omega-3 açısından zengindir. İlk 6 ay anne sütüyle beslenen bebekler anne sütü almamış olanlarla karşılaştırıldığında bilişsel fonksiyonları fark gösterebilir. Beyin ve göz gelişimi için ilk 2 yıl çok önemlidir. Anne sütü alamayan bebeklerin ve daha büyük çocukların dışarıdan almaları uygun olabilir. Kalp-Damar Sağlığındaki Rolü Kalp-damar sistemindeki damar sertliğine yol açabilecek olan yağ plaklarını azalttığı “tromboz “ denilen pıhtılaşmayı engelleyen süreçlere yardımcı olduğu ispatlanmıştır. Bağışıklık Sistemindeki Rolü Bütün hücrelerin zarlarında mevcut olan Omega-3 dolayısıyla tüm sistemlerin gelişmesi için önemlidir. Çünkü tüm sistemler iyi çalıştığında bağışıklık sistemi iyi çalışır. Bu nedenle bağışıklık sistemini direk etkiler. Omega-3 Tedavinin Parçasıdır! Sakinleştirici etkisi üzerine yapılan araştırmalarda Omega-3’ün depresyonu ve saldırgan davranışları azalttığı saptanmıştır. Hiperaktif çocuklarda faydası görülmüştür. Alzheimer ve diyabet tedavisinde de olumlu etkisi olduğuna dair çalışmalar vardır. Omega-3 yani balık yağı, kalsiyumun kemiğe yerleşmesine, dolayısıyla boy uzamasına da yardımcı olur. Şunu unutmamak gerekir; Omega-3 tedavinin bir parçasıdır. Kullanılan Doz Çok Önemlidir! Fazla miktarda alındığında kanamalara sebep olabildiği gibi bazı beklentileri tam tersine çevirebildiği de görülmüştür. ‘Bu çok mucizevî birşey ben günde 3-5 kere alayım’ şeklinde bilinçsizce tüketilemez. Kesinlikle doktor tavsiyesinde alınmalıdır.Bazı durumlarda bazı ilaçlarla etkileşimde olabilir. Hem dozaj açısından hemde kullanılan ürünün güvenilirliği açısından en azından eczacıya danışılmasında fayda vardır. Omega-3 ömür boyu alınabilir ama doğru dozajda. Bu sırada tabii ki balık yemeye devam edilmelidir. Yazları balık sezonu bitiyor balık yasağı başlıyor. Balık yenilemiyorsa Omega-3 tüketilmesi daha mantıklıdır. Ayrıca balık yağının başka bir deyişle Omega-3’ün mevsimi yoktur her zaman tüketilebilir.

Her kadının korkulu rüyası: Eyvah Selülit!

BIO HEATING MASK YÖNTEMİYLE SELÜLİTLERE ÇÖZÜM 1.5 AYDA 3 BEDEN İNCELİN Bio Heating Mask Yöntemiyle selülit sorunu kısa sürede çözülüyor. Bu yöntemde uygulamadan önce kişinin genel formuna bakılıyor.Yağların dağılımına ve selülitin yoğunlaştığı bölgelere bilgisayarlı Ultrashall cihazla masaj yapılıyor. Böylelikle metabolizma hızlandırılarak vücuttaki fazla yağların yakılması sağlanıyor. Ardından özel selülit jel yediriliyor. Sonra hamur halindeki özel Bio Heating Mask dökülüyor. İçeriğinde bitki özleri ve tabii mineraller bulunan maskenin ısısı 0 dereceden 42 dereceye kadar yükseliyor oluşan ısı bitki özlerinin cildin altına nüfuz ederek metabolizmayı çalıştırmasını sağlıyor. Metabolizma selülitleri atarken bağ dokuları sıkışıyor. Lenf sistemi harekete geçiyor ve selülitli bölgelere yeterli dolaşım sağlanıyor. Maskenin ısınma ve soğuma işlemi sonunda vücut şeklini alarak maske tulum gibi çıkarılıyor. Bio Heating Mask sayesinde hanımlar 1.5 ayda 3 beden incelmesini düzgün forma kavuşmasına ve sarkıkların selülitlerin düzelmesini sağlıyor. Her seansın 45 dakika sürdüğünü ve uygulanacak toplam seansların selülitlerin durumuna göre değişen küre yardımcı olarak sağlıklı beslenme programı öneriliyor.. Selülit, hormanel ve kalıtımsal nedenlerin yanında dolaşım bozukluğuna da bağlı. Yağlı yiyecekler ve asitli içecekler selülite zemin hazırlıyor. Dokularda biriken yağ su ve tuz molekülleri organizma tarafından kullanılmadığında vücudun çeşitli bölgelerine yerleşiyor. Yani cildin destek dokusu zayıfladığında ve hasarlandığında yağlar cildin orta tabakasına doğru hareket ederek selülit oluşuyor. Bu da portakal kabuğu denen görüntüye yol açıyor. Kadınların genelde yüzde doksanında selülit görülür. Gelişme döneminde yüzde onikisi hamilelik döneminde yüzde yirmisi menepoz öncesi yüzde yirmibeşi tüm yaşlarda yüzde kırküçü şişman veya zayıf kadınlar eşit oranda selülitten etkilenirler. Dikkat edilecek kurallar ; Mutlaka günde iki litre su içmek , kahve ve kola dan kaçınmak , yağlı , tuzlu yiyecekler ve kızartmalardan uzak durmalı. Sizlere önerdiğim programlardan yararlanmanız dileği ile, Sevgiyle kalın Int. Dipl. Kozmetisyen Nesrin SÜRER Cilt Probleminizi yazın , alttaki adreslere gönderin cevaplayayım www.enesbioestetikcenter.com www.enesbeautyjournal.com

Bu sebze hastalıklarla savaşıyor

Diyet listelerinin vazgeçilmez sebzesi olan kabak, ödem atıcı ve tokluk hissini artırıcı etkisinden dolayı biz diyetisyenlerin sıklıkla önerdiği besinler arasındadır. Faydaları yüzyıllar öncesinde de bilinen kabağın faydalarına bir göz atalım. *Ortalama 100g kabak içerisinde 250mg potasyum bulunur, kalp sağlığı açısından oldukça faydalıdır, tansiyonu dengeler. *B vitamini içeriği zengindir, enerji metabolizmasında ve sinir sistemini onarmada etkilidir. *Lif içeriği yüksektir, tokluk hissini artırır. *Klorofil içermesiyle ödem atımını hızlandırır. *Bir tür lif kaynağı olan lignin içeriği yüksektir, yapılan çalışmalar özellikle ligninden zengin besinlerin kanser oluşumunu önleyebileceği yönünde. *Pektinin kalp damar sağlığı üzerinde pozitif etkileri bulunmaktadır ve kabak peptin içeren ender besinler arasındadır.Diyetisyen Özlem Sert Aydın *Fitosterol birçok bitkide bulunan bir maddedir ve özellikle bağışıklık sistemini güçlendirici, damar sertliği ve kalp hastalıklarına karşı koruyucu etkisi bulunmaktadır. Kabak içeriğindeki fitosterol miktarı da diğer sebzelere göre yüksek miktardadır. *A,C vitamini, magnezyum, folat, potasyum, mangan vitaminlerini bir arada içermesi kalp damar sağlığını koruması açısından yine önemli bir sebze konumuna getiriyor. Vücuttaki homosistein seviyesini düşürmesiyle kalp krizinden dahi koruyabilmekte. *Kabak içeriğindeki bakır minerali ve antioksidanlar nedeniyle artritli hastalarda pozitif etkileri olabilmektedir. Özellikle enflamasyonu azaltıcı etkisinden dolayı ağrıları azaltıcı etkisi olduğu çalışmalarca desteklenmekte. Diyetisyen Özlem Sert Aydın www.ozlemsert.com

Mide Rahatsızlıklarına Olumlama

Bedenimizde oluşan rahatsızlıkların pek çoğunun zihnimizde tuttuğumuz olumsuz düşünce ve duyguların sonucu olduğunu daha önceki yazılarımda belirtmiştim. Bugün doktorlarımız da bunu kabul ediyor. Gerekli doğru tedavileri yapan doktorlarımız hastalığın iyileşmesini sağlarken kişinin yaşam alışkanlıklarını ve düşünce şeklini değiştirmemesi hastalığın tekrarlanmasına neden oluyor ya da benzer bir rahatsızlığı yaratıyor. Son günlerde en çok duyduğum rahatsızlıklardan biri, MİDE rahatsızlıkları. Mide rahatsızlıklarının zihinsel bağlantısı genellikle kişinin hayatındaki bazı şeyleri sindirememesinden, özümseyemeyişinden kaynaklanabilir. Hayatınıza yeni bir şey girmiş, bir değişiklik olmuş ve siz bu durumu kabullenip içselleştirmemişsinizdir. Belki de bilinçli olarak hayatınızda bir takım köklü değişiklikler yapıyorsunuz, yeni adımlar atıyorsunuz. Yaptığınız şeyin iyi ve doğru olduğunu biliyorsunuz; ama geçiş döneminden dolayı bazı sıkıntılar, sancılar var. İşte buna benzer durumlar yaşıyorsanız ve bu durum midenize de vurmuşsa aşağıdaki olumlamaları gün içinde sık sık tekrarlayın. Hemen defterinizi açıp yazın. - Milliyet okurlarının artık özel bir kişisel gelişim ve farkındalık defteri vardır diye düşünüyorum. :) - HAYATI RAHATÇA SİNDİRİYOR VE ÖZÜMSÜYORUM. GÜVENLİK İÇİNDEYİM. YAŞAM SÜRECİ BANA HAYIRLI ŞEYLER GETİRİYOR. RAHATLIKLA SOLUK ALIYORUM. HAYATA GÜVENİYORUM. EMİN ELLERDEYİM. HAYAT BENİM YANIMDA VE BENİMLE UYUM İÇİNDE. HER GÜN YENİYİ DAHA DA RAHAT ÖZÜMSÜYORUM. HER ŞEY YOLUNDA GİDİYOR. KENDİMİ SEVİYOR, BEĞENİYOR VE ONAYLIYORUM. Eğer yukarıda yazan düşünceler ( mide sorununa sebep olan ) size uymuyorsa kendinize şu soruyu sorun; '' Acaba mide sorunum olmadan önceki olumsuz düşünce kalıbım neydi, neyi zihnimde ve duygularımda tekrar tekrar yaşıyordum?'' Emin olunki cevabı bulacaksınız. Hemen bulamazsanız bile, cevabın içinizden geleceğine güvenerek, umutla bekleyin... Öğrenmeye istekliyseniz cevap mutlaka gelecektir :) Sevgi ve sağlıkla ilerleyin... NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu Arzu Bıyıklıoğlu www.arzubiyiklioglu.com

Asitlerin etkisine karşı diş minenizi koruyun

Asit aşındırması dişlerin yapısında bozukluklara ve dişlerde sararmalara yol açıyor. Asit aşındırmasına karşı koruma sağlamak için Pronamel ideal çözüm sunuyor. Pronamel, asitlerin yumuşattığı diş minesinin yeniden sertleşmesine ve güçlenmesine yardımcı olurken ileride oluşabilecek asit saldırılarının etkilerine karşı diş minesini koruyor. Asit aşındırması, herkesin ağız sağlığını tehdit ediyor. Meyve, meyve suyu, şarap ve gazlı içecekler gibi yiyecek ve içeceklerin her gün tüketilmesi, asit aşındırması riskini arttırıyor. Yiyecek ve içeceklerin içindeki asitler diş yüzeyini yumuşatıyor, diş minesinin aşınmasına neden oluyor. Asit aşındırması dişlerin yapısında çukurlaşma, küçülme gibi bozukluklara ve dişlerde sararmalara neden oluyor. Sağlıklı yeme ve içme alışkanlıklarından vazgeçmeden ağız sağlığını korumak için çözümü Pronamel sunuyor. Pronamel diş macunları, asitlerin yumuşattığı diş minesinin yeniden sertleşmesine ve güçlenmesine yardımcı olurken ileride oluşabilecek asit saldırılarının etkilerine karşı da diş minesini koruyor. Sağlıklı gülüşünü korumak isteyenlerin tercihi Pronamel oluyor. Diş Hekimi Çağdaş Kışlaoğlu , “Herkes asit aşındırması riski altında olabilir. Dişlerinizin sağlıklı görünmesi, sağlıklı dişleriniz olduğu anlamına gelmez. Her gün asit içeren yiyecek ve içecekleri tüketiyorsanız, asit aşındırması riski altında olabilirsiniz. Asit aşındırmasının ilk belirtileri ancak diş hekimi tarafından görülebilir. Eğer asit aşındırması riski taşıdığınızı düşünüyorsanız diş hekiminize danışmanızı öneririm. Çünkü aşınma sonucu diş minesinde oluşan bozukluklar geri döndürülemez ve ileri aşamalarda dişin kaybedilmesi ile sonuçlandırabilir” diye bilgi veriyor. Asit aşındırmasından korunmak için pratik önlemleri de sıralayan Çağdaş Kışlaoğlu, “Asit aşındırmasına karşı koruma sağlanarak potansiyel etkileri önlenebilir. Asitli yiyecek ve içecek tüketimini sınırlandırmaya çalışmak önemlidir. Günde 4 kereden fazla asitli yiyecek ve içecek tüketimi asit aşındırması riskini arttırır. Asitli yiyecek ve içecekleri uzun süre ağızda tutmamak gerekir. Ayrıca yiyecek ve içecek tüketiminden hemen sonra dişler fırçalanmamalı. Orta veya yumuşak sertlikteki kıl yapısına sahip diş fırçası ve asit aşındırmasını önleyecek bu konuda uzman diş macunları kullanılmalı.” diye konuşuyor.

Sevdikleriniz başka bedenlerde yaşamaya devam etsin!

Günümüzde 70 bin hasta organ bulabilme umuduyla yaşam savaşı veriyor. Universal Hastaneler Grubu Organ Nakli Merkezi hekimlerinden Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Alp Gürkan “Ülkemizdeki tıbbi olanaklar, teknolojik alt yapı ve nakil ekipleri dünya standartlarında olmasına rağmen nakil operasyon sayısı ne yazık ki ortalamanın çok altında. Son bir yıl içinde böbrek nakil operasyonlarının başarı oranı %97 ki bu rakam dünya standartlarının bile üzerinde. Organ bağışı konusunda yapılan bilinçlendirme çalışmaları sonucu olarak bağışçı sayısı ancak milyon başına 2 kişiden milyon başına 3 kişiye çıktı. Maalesef ki bu oranlar çok yetersiz” diyor. “Organ bağışının önemi konusunda bilinçlenme yetersiz. Türkiye’de kadavradan organ bağışı yılda 200’ü geçmiyor” Organ nakli konusunda yeterli bilgiye sahip olunmaması, bağışçı sayısının artmamasının önündeki en büyük engel. Universal Çamlıca Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Alp Gürkan “Organ Nakli denilince akla önce kadavradan nakil gelmelidir. Kadavradan organ nakli sayısının azlığının nedenlerine bakacak olursak, ilk olarak ülkemizde beyin ölümünün olması gerektiğinden daha az saptandığını görürüz. Batı standartlarında yoğun bakım yatak sayısı başına yılda bir beyin ölümü saptanırken, bu oranın ülkemizde çok daha düşük olduğunu görüyoruz. Bu konuda yoğun bakım sorumlularına, beyin cerrah ve nörologlara büyük iş düşmektedir. Bu hekimler o kişilerin en az 5 kişiyi kurtaracak organ taşıdıklarını düşünerek bildirim konusunda hassasiyet göstermelidirler. Diğer bir neden de ülkemizdeki yoğun bakım yatak sayısının azlığıdır. Sadece organ nakli için değil, daha önemlisi o insanın hayatını kurtarmak için daha çok sayıda kaliteli yoğun bakım yataklarına gereksinim var. Çok önemli bir sorun da insanların hayatta iken organ bağışı kavramı ile karşılaşmamış olmasıdır. Beyin ölümü sonrası organ nakli koordinatörünün acılı aileye o anda ‘yakınınız maalesef hayatını kaybetti ama onun organları ile en az 5 kişinin hayatı kurtulabilir’ demesi, daha önce bu konu hakkında hiç konuşmamış hatta karşılaşmamış bir kimse için ne kadar anlamlıdır düşünmek lazım’’ diyor. “Organlarınızı bağışlayın ve bunu gururla herkese paylaşın” Organlarını bağışlayanların bunu çevrelerindeki herkese söylemeleri gerektiğini ve organ bağışının kutsal bir eylem olduğunu belirten Prof. Dr. Gürkan “Ben öldüğümde benim organlarımla en az 5 kişi hayat bulsun demek gerçekten insan sevgisi gerektirir. Elbette çeşitli nedenlerle bu düşünceye sahip olmayanlar çıkabilir. Onlara da saygımız sonsuz olacaktır. Ama önemli olan cesurca bu kararı hayatta iken alıp, yakınlarımızla gurur duyarak paylaşmamız olacaktır. Ülkemizde organ bulamadığı için her yıl hayatını kaybeden 7 bin kişi ile organ bulabilme umuduyla yaşam savaşı veren 70 bin hastamız bu kararı beklemektedir. Bizlere düşen ise bu kutsal organları hakkıyla ihtiyacı olan kişilere nakletmektir’’ diyor.

Kalbiniz tükeniyor mu

Ayaklarınız şişiyor mu? Eğer cevabınız “Evet”se, bu yakınmalar kalp yetmezliğinin uyarıcı işaretleri olabilir Kalp yetmezliği, vücut için gerekli miktardaki kanın kalp tarafından pompalanamaması olarak açıklanıyor. Bugün Türkiye’de 1.5 milyon üzerinde kalp yetmezliği hastasının bulunduğu biliniyor. Tedavi edilmediğinde ölümle sonuçlanabilen kalp yetmezliğinin önümüzdeki 20 yıl içinde daha fazla görüleceği tahmin ediliyor. Bunun nedeni, yaşlı nüfusun giderek artması. Çünkü ileri yaş kalp yetmezliği için önemli bir risk faktörü. Toplumun genelinde kalp yetmezliği oranı yaklaşık yüzde 2’yken yaşlılarda yüzde 10’u geçiyor. Öte yandan kalp yetmezliği her yaşta kadın ve erkekte görülebiliyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. İlke Sipahi, kalp yetmezliğiyle ilgili şüphelenmeniz ve önlem almanız gereken belirtileri anlattı: “Vücudumuz için gerekli oksijenle besin maddelerini taşıyan kan, kalp aracılığıyla vücuda dağılıyor ve dokulara ulaşıyor. Bunu da adeta bir pompa gibi çalışarak yapıyor. Basit anlatımla, kalp yetmezliğinde bu pompa işlevini kısmen yitiriyor ve dokulara yeterli miktarda kan ulaşamıyor. Cinsiyete göre etken değişiyor Kalp yetmezliği erkeklerde genellikle kalp damarlarının tıkanıklığına bağlı görülüyor. Kadınlardaysa hastalığa yol açan en önemli etkenlerden biri, yüksek tansiyon. İskemik kalp hastalığı, geçirilmiş kalp krizleri, kalp kapakçıklarındaki bozukluklar, kalp kasının bozulması veya viral yollarla iltihaplanması diğer etkenler. Hipertansiyon, doğumsal kalp hastalıkları ve düzensiz kalp atışları da kalp yetersizliğine yol açan faktörlerden. Bunların yanı sıra böbrek yetmezliği, diyabet, anemi, tiroit bezi hastalıkları ve bazı bağışıklık sistemiyle ilgili rahatsızlıklar da risk oluşturuyor. Dikkat edilmesi gereken bir başka noktaysa, aşırı alkol tüketimi ve uyku bozuklukları. Özellikle uyku apnesi, yani uyku sırasında zaman zaman solunumun durması ve kalp yetmezliği arasında ilişkisi var. İki şekilde görülüyor Tıpta birçok hastalık akut ve kronik olarak sınıflandırılıyor. ‘Akut’ ani başlayan anlamına geliyor, ‘kronik’se yavaşça ortaya çıkan sorunlar için kullanılıyor. Kalp yetmezliği de akut ve kronik olmak üzere ikiye ayrılıyor. Akut kalp yetmezliğinin altında genellikle yüksek tansiyon ve kalp krizi gibi etkenler yatıyor. Ayak bileklerinin şişmesi Ayak bileklerinin ve bacakların şişmesi, hareket ederken nefes darlığı çekilmesi hastalığın genellikle ilk belirtileri. Ancak diğer kalp ve akciğer rahatsızlıkları da benzer belirtiler verebiliyor. Eğer geçmişte kalp yetmezliği tanısı konmuşsa bu belirtilerin gelişmesi, hali hazırda var olan kalp yetmezliği durumunun kötüye gittiğini gösteriyor. Dolayısıyla bu tür yakınmalarda hastanın hiç zaman kaybetmeden doktora başvurması gerekiyor. KALP ALARM VERiYOR * Özellikle hareket ederken, efor harcarken ya da sırtüstü yatarken nefes darlığı çekilmesi, * Halsizlik ve yorgunluk hissi, * Ayaklarda, ayak bileklerinde ve bacaklarda şişlikler, * Kalbin sürekli olarak hızlı ve düzensiz atması, * Egzersiz kapasitesinin düşmesi, * Öksürükle beraber beyaz veya pembe köpüklü balgam gelmesi, * Karnın su toplayarak şişmesi, * Vücutta su tutulmasına bağlı olarak aniden kilo alınması, * İştah kesilmesi, bulantı, karın ağrısı. KONTROL ALTINDA OLMALISINIZ Obezite, diyabet, yüksek kolesterol ve yüksek tansiyon, koroner kalp hastalığı kontrol altında tutulduğunda kalp yetmezliğini engellemek mümkün olabiliyor.

Diyetisyen kontrolünde kilo verin

Sağlıklı kilo vermek istiyor ve bunu kendi çabalarınızla başaramıyorsanız diyetisyen desteği almanız şart. Kendini diyetisyen olarak tanıtan spor eğitmenleri, ortopedi uzmanları, aile hekimleri, estetisyenler hatta mankenlerden ziyade bu konuda en az 4 yıllık eğitim almış işin uzmanından, diyetisyenlerden destek alın. Diyetisyenlere sadece kendi özel ofislerinden değil birçok sağlık kurumundan da ulaşabilirsiniz. Kilo verme sürecinde amacınız hızlı bir şekilde ideal kiloya ulaşmaktan ziyade uzun vadede yavaş ve sağlıklı bir şekilde zayıflayarak ulaşılan kiloyu korumak olmalıdır. Bunun için de gerekli olan yerleşmiş alışkanlıkları değiştirerek yeni bir yaşam tarzına uyum sağlamanız gerçekleştirilmelidir. Diyetisyeniniz bu süreçte size nasıl yardımcı olacak; *Diyetisyeniniz özgeçmişinizi detaylı bir şekilde inceller; çocukluğunuzdan bugünüze kadar olan süreçte kilo durumunuz, beslenme alışkanlıklarınız, aktivite durumunuz, çalışma koşullarınız kayıt edilir. *Klinik bulgularınız gözden geçirilerek, sahip olduğunuz hastalıklar, kulladığınız ilaç veya suplemanlar öğrenilir. *Vücut analiziniz yapılarak, vücudunuzdaki kas, kemik, su oranı, yağ, BKI, BMH bakılarak olması gereken ideal değerler hesaplanır. Diyetisyen Özlem Sert Aydın *Sadece size özel bir beslenme programı hazırlanır. Hedeflenen kilonuza ulaşmanız sizin metabolizmanıza, beslenme programınızı uygulamanıza, sahip olduğunuz hastalıklara ve kullanılan ilaçlara göre değişmektedir. *Düzenli görüşmelerle sağlıklı kilo vermeniz, kilo almanız, hastalıklarınıza uygun beslenmeniz ve sonrasında korumanız sağlanır. Diyetisyen Özlem Sert Aydın www.ozlemsert.com